19 Mayıs 2013 Pazar

Felsefe Taşı


 Simya ilimine göre dokunduğu her nesneyi altına dönüştüreceğine inanılan taş. Kimya bilimine göre herhangi bir maddeyi altına dönüştürmek mümkün değildir. Zira altın bir bileşik değil bir elementtir. Bu taşı elde edebilmek için birçok formül ve deneme yapılmıştır. Bu çalışmalar altın elde etmekte başarısız olmuşlardır elbette ama modern kimyanın temellerinin atılmasına vesile olmuştur.
 Simyacıların iki büyük hedefinin anahtarı olarak görülmüştür. Maddeyi altına çevirmek ve ölümsüzlüğü bulmak. Bu taşın her dokunduğu maddeyi altına çevirmesinin yanında bu taştan elde edilecek iksirin ölümsüzlüğü sağladığı düşünülür. Ama taş icat edilememiştir.
 "Felsefe taşı" iç (ezoterik) simyada dış simyadakinden farklı olarak yorumlandığından, farklı bir anlama gelir. Ayrıca J. K. Rowling'in yazarı olduğu Harry Potter serisinde adı bolca geçmektedir. Kitaba göre Simyacı Nicolas Flamel taşı bulmuş ve 666 yaşındadır.

 Hadi biraz karıştıralım.


CERN'in içinden Felsefe Taşı çıktı!

Şimdi bu haberi de kenara bırakıp biraz daha karanlık diyarlara adım atalım.

 

 Pisagoras Dördüncü Tablet’inde şunları söyler:

 “Bütün fikir ayrılıklarının ortasında Bilgelerin ağız birliği ne güzeldir! Hepsi de Taş’ı avamın yeryüzündeki en adi şey olarak gördüğü malzemeden yaptıklarını söylüyor. Gerçekten de avama maddemizin bildik ismini söylesek, cehaletimizin cüretine şaşırırlar. Ama onun tesirini bilseler, yeryüzündeki bu en değerli şeyi asla bir kenara atamazlardı. Tanrı sırrını günahkârlardan ve kötü insanlardan korumuştur ki onu kötü amaçları için kullanmasınlar.”

 Bu tür ifadeler, sırra sır katmaktan başka bir işe yaramıyor. Çünkü sırrın gerçek olduğunu kesin bir şekilde beyan ederken, onun nasıl bir şey olduğunu veya keşfetme araçlarını zerre kadar aydınlatmıyorlar. Bu mucizevî taşı bulmak isteyenlerin hevesini artırıyor, ancak taşı bulmada onlara yardımcı olmuyorlar.

 Bu konuda insanlar genel olarak iki sınıfa ayrılabilirler. Felsefe Taşı diye bir şeyi duymamış olanlar (ki bunlar avamdır) ile onun adını bir yerde duymuş olup orta çağa ait bir masal veya sahtekârlık olarak görenler. Çok az kişi konuyu ciddiye alıp Taş’ın mevcut olduğuna ve onu yapmanın mümkün olduğuna inanır. Fakat inananlar da iki sınıftır:

1. Onu metafizik bir şey olarak görenler.

2. Onu fiziksel bir şey olarak görenler.

 Düşünürlerin, yazarların büyük bir kısmını kapsayan birinci sınıftaki insanlar, Hermesçi Bilimin Felsefe Taşı’nı bireyin tuhaf ve normalüstü psişik gelişimi olarak yorumluyorlar. Bu psişik gelişim, yalnızca normal duyu yeteneklerinin son derece gelişmesinden ibaret olmayıp elementleri majikal olarak yönetebilme kapasitesidir.

 Bugün gezegenimizde yalnızca birkaç kişinin katıldığı ikinci sınıf ise, Bilgelerin eserlerini kelimesi kelimesine anlar ve Taş’ı tam da anlatıldığı gibi bir şey olarak, hayat süresini uzatan, baz metalleri gümüşe ve altına çeviren bir araç olarak görürler.



 Metafizikçi simyacı minerallere, metallere, tuzlara, çözeltilere ve ilkelere dair bütün okült tanımları, belli zihinsel ve ruhani hal ve durumların mecazi ifadeleri olarak görürken, fizikçi simyacı bilgelerin kitaplarını ağzına kadar dolduran bu müphem, sembolik ifadelerde gizli veya kayıp bir kimya sanatına dair imalardan başka hiçbir şey görmez.

 Bu kitabın yazarı, çok genç yaştayken kurşunu altına çevirdiği söylenen Alkahest’i yapmanın formülü olduğunu ima eden eski bir parşömen bulduktan sonra konuyla ilgilenmeye başlamıştır. Bu olay ve olayla bağlantılı bazı garip şartlar, bu satırların yazarını konuyu ciddi bir şekilde düşünmeye, önce orta çağ simyasını ardında Mısır Hermesçiliğini ciddi bir biçimde incelemeye ve bu amaç için mevcut bütün kitapları satır satır etüt etmeye itmiştir.

 Bu güvenilir bilgi arayışı yıllarca devam etmiştir. Konuyu bilmeyenler, bu mevzuda ne kadar büyük bir külliyatın mevcut olduğunu hayal bile edemezler. Bununla birlikte yazar, araştırmaları sırasında karşılaşmış olduğu ve yapmak zorunda olduğu tek şeyin konuyla ilgili bütün kitapları toplamak ve onları okumak olduğunu düşünen doymak bilmez bir koleksiyoncunun yolunu da takip etmemiştir. Yazar böyle bir kitap toplama manyağıyla New York’ta karşılaşmıştır. Bu adam bizim okültizmde ‘çatlak’ dediğimiz türden bir insandı. Okültizm deyince simya, teosofi, astroloji ve genel olarak mistisizmle ilgili her şeyi dahil ediyordu. Devasa paralar dökerek harika bir kütüphane oluşturmuştu. Fakat onunla sohbet ettiğimizde çok geçmeden anladık ki bu dev kütüphanenin konusuyla ilgili en ufak bir ışığa sahip değildi. Bu okumalar onun bilgeliğini zerre kadar arttırmamıştı. Birçok benzeri vakaya siz de tanık olabilirsiniz.


 İmgelem Thor’un Çekici’dir, gökyüzünü döver ve her dövüşünde ondan yıldırımlar şeklinde kıvılcımlar çıkarır. Birçok insan imgelemden tümüyle yoksun gibidir, bu durum onların yeryüzündeki sayısız sinekler ve karıncalar gibi pisliğin üzerinde dolaşmalarını açıklar. Bir sürecin yardımıyla imgelem kendini açmadıkça, Felsefe Taşı’nı herhangi bir şekilde anlamak veya ona dair makul bir fikre sahip olmak imkânsızdır. Eğer size bildik deneyimler alanının dışında, bağnaz inanışların ötesinde şartlar ve süreçlerden bahsedersek, bunun nedeni, insan aklının en yüce yeteneği olan imgelemi canlandırmak içindir. Özgürlük, seyahat, çeşitlilik, sevgi… Bunlar imgelemin ve Felsefe Taşı’nın ortaya çıkarılması, gerçekleştirilmesi için gerekli şartlardan bazılarıdır.

 Çok sayıda simya yazarının tanıklıklarını bir araya getirdikten sonra yapılan dikkatli karşılaştırmada fark edilen ilk şeylerden biri de, her ne kadar farklı dönemlerde yaşayıp farklı dillerde yazmış olsalar da, üsluplarının daha da önemlisi kullandıkları sembollerin çarpıcı bir biçimde birbirine benzemesiydi. Sadece bundan kaçınılmaz olarak çıkarılan sonuç, hepsinin bildiği ortak bir şeyden bahsettikleriydi.

 Bu şey Bilgelerin kitaplarında çok çeşitli isimlerle anılmaktadır. Ama hepsi bu çeşitli isimlerin tek bir şeyi “Felsefe Taşı”nı gösterdiğini söyler. Peki, kısaca, Taş’a atfedilen nitelikler, özellikler ve tesirler nelerdir? Onun akılla keşfedilebilecek ve ancak dünya tarihinde çok az kişinin bildiği kimi gizli süreçlerle üretilebilecek bir madde olduğu söyleniyor.

 Elbette bu süreçlerden kaç tane olduğunu tespit etmek imkânsızdır. Fakat bunlardan birkaçı kayıtlıdır. Taş’ta hali hazırda veya sonradan geliştirilmiş olarak, temas ettiği her şeyi bir uyum ve kusursuzluk haline yükselten bir güç bulunmaktadır. O bütün baz metalleri altına çevirmekte ve dokunduğu hastayı kusursuz bir sağlığa kavuşturmaktadır.

 Ne metafizik ne de fizik okula mensup olanlar, görüldüğü kadarıyla bu türden herhangi bir mucizeyi bugüne kadar gerçekleştirememiş oldukları için, onların süreçlerinde bir şeylerin yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Bu yanlış, sırrın anlamını yorumlamada yaptıkları temel bir hata gibi görünmektedir.

 Bu durumda herhangi bir rehbere veya pusulaya sahip olmadan, yaşayan bir ruhtan dostane bir ipucu olmadan, izlerini okuyamadığımız balta girmez bir ormanın içinde kaybolmuş durumdayız. Konuya çok farklı açılardan yaklaşan yorumcuları dinlemek de herhangi bir fayda getirmiyor gibidir. Bu örneklerden biri, bizim kitabımız çıkana kadar bu ülkede [Amerika] yayınlanmış tek kitap olan E. A. Hitchcock’un 1850 basım tarihli “Alchemy and the Alchemists” [Simya ve Simyacılar] adlı eserdir.

 Yazar, öyle anlaşılıyor ki metafizik okula dahildir. Çünkü Felsefe Taşı’nın “Vicdan” yerine kullanıldığını varsayıyor. Akıllıca yazılmış eserinde, insanlığın çoğu zekâ bakımından sınırlı olduğu için ortalama okuyucuyu kolayca ikna edebilecek bir şekilde çok ilginç çıkarımlara varıp dikkat çekici paralellikler kuruyor. İnsanlar, tıpkı Tanrı dedikleri yönetici bir ilahı, bir yaratıcıyı var kabul etmekle mutlu olması gibi, bir varsayımı, etrafında dönüp kanıt gösterdikleri bir eksen haline getirince kendiliğinden ikna olabiliyorlar. Tanımlanmamış ve kanıtlanmamış olan temel varsayım, insan aklı tarafından nihai sonuç olarak görülüyor. Bu yüzden Hermes tarafından Felsefe Taşı diye anılan doğanın bu Temel İlkesi’nin çözümünde, vicdanı insanın sahip olduğu en temel şey olarak gören sıradan akıl, Felsefe Taşı’nı vicdan olarak görmekle tatmin oluyor.

 Ne var ki Felsefe Taşı ile vicdan arasında kurulan bu tekabül ilişkisinin geçerliliğini çürütmek için azıcık bir mantık yürütme yeterli olur. Vicdan kurşundan altın yapabilir mi? Vicdan bir hastalığı iyileştirebilir mi? Diyelim ki altın karakter demek, peki vicdanın kurşunla ilişkisi nedir? Hiç kimse Vicdanı hastalıkların her derde deva ilacı olarak göremez. Vicdan, ancak kötüden korkan ve kötü üzerine kara kara düşünen, bu yüzden de kötülüğe destek veren bir zihin hali olduğu ölçüde, hastalıkların dolaylı sebebidir.

 Hitchcock, Vicdan yerine Bilinci Taş ile eş anlamlı kabul etseydi, tam bir metafizik bakış açısına sahip olacak ve onu tanımlamaya daha çok yaklaşacaktı. Fakat o zaman bile bazı sorular cevapsız kalır? Neyin Bilinci? Bilincin bilinç olabilmesi için bir şeyin bilinci olması gerekir. Bu illa da fiziksel bir şey olmak zorunda değildir. Metafizik olabilir, örneğin bir duygunun bilinci, Aşk veya var olma bilinci Hayat gibi. Fakat ister soyut ister somut bir şey olsun aynı kapıya çıkar.

 Daha önceki kitaplarımızda soyut ve somut olanın bir ve aynı şeyin farklı aşamalarından başka bir şey olmadığını gösterdik. Aynı şekilde akıl, eğer ister fiziksel ister metafizik olsun bir şeyi iradeyle bir halden başka bir hale dönüştüremiyorsa, ona hâkim olduğunu söyleyemez. İşte bu, esasta simya veya dönüşüm dediğimiz şeydir.

 Bütün bilgelerde görülen garip bir ortak özellik, hiçbiri sanatı açık seçik sözlerle ifşa etmezken, Taş’ın yüce bilgisine kavuşur kavuşmaz, dünyadan el etek çekiyorlar ve bildiğimiz genel yollarla halk arasına bir daha asla karışmıyorlar. Bununla birlikte hepsinde de bu sırla ilgili olarak konuya ilgi duyanlara soruşturmalarında yardımcı olmak için derin bir verme arzusu görünüyor. Bu amaçla yazılmış olan eserlerde bu bilgiye sahip olacak öğrencinin değerinden çok bahsediliyor ve bu değer sırrı keşfetme yeteneğinin bir işareti olarak görülüyor. Bu yetenek, kendini dünyevi başarı, onur, zenginlik, bencil amaçları tatmin etmeye karşı tam bir ilgisizlik, hakiki hikmet ve bilgiye ulaşmaya dair eşine rastlanmadık bir istekle gösteren bir mizaç ve karakter işi olarak görülüyor. Bu bilgiye talip olan öğrenci, insanın sınırsız başarılarına inancı ilham eden sağlam bir imanı kendine temel edinmelidir. O aklın kavrayabildiği her şeye ulaşılabileceğini bilmelidir. O Külli Kudret ile Bir oluşunun bilincine vardığı zaman, kişisel güçlerin edinilmesine dair varsayımının sağlam bir temel üzerine oturmuş olduğunu görecektir.

 Gelecek derslerdeki amacımız, öğrencinin idrakini, kesin bir akıl yürütme süreciyle, bilgelerin ifadelerini karşılaştırma yoluyla “Felsefe Taşı” dediklerinde neyi anlatmayı murat ettiklerini net bir şekilde kavramaya taşımaktır; kişinin böylesi bir hazineye bilinçli olarak sahip olması ise bambaşka bir meseledir. Felsefe Taşı denilen ustalara özgü bu hediyeye sahip olmanın ne demek olduğu hakkında bir fikre sahip olmak için kişinin bencilliğini, benmerkezciliğini ve kişisel ön yargılarını yeterince uzun bir süre bir kenara bırakması şarttır. Birçok insan, tıpkı Edison’un elektrik aydınlanmayı keşfedip ardından duruma göre şu ampule şu kadar elektrik veririm diye karar vermesi gibi, Felsefe Taşı’nın keşfedilecek bir şey olduğunu zannediyor. Bu soylu sanatın öğrencilerinde bile görülen bu dar kafalı kavrayışın bir örneğini, Felsefe Taşı’ndan bir parça göndermemiz için bize bir dolar para gönderen eğitimli bir adamda yaşamıştık. Duyan da Felsefe Taşı’nı sandıklarda, çuvallarda sakladığımızı sanır. Bu adamın okuduğuna göre elinizde Felsefe Taşı’ndan küçük bir parça varsa, onu çoğaltabilirsiniz. İktisat bilgisi ona bu ‘ham maddeye’ yatırım yapmasının mantıklı olduğunu söylemiş. Tıpkı kimyacının bakteri kültürünü çoğaltması gibi bu taşı çoğaltacağını düşünmüş.

 Felsefe Taşı’nı arayışta başlangıçta hiçbir şeyin sağduyu ve akıl kadar önemli olmadığını söyleyebiliriz. Bu bilgiye sahip olan erk sahipleri, diyelim ki Kaldeli ve Atlantisli bedensiz üstatlar, onun herhangi bir şekilde kötü kullanacak kişinin eline düşmemesinden emin olurlar. Bu bilgiyi isteyen kişi de yola girdikten sonra, tam ve gerçek aydınlanma gelmeden önce “OLASI BÜTÜN SINAVLARA” sokulacaktır.

 İlerleme samimi ve temiz niyetler, psişik yeteneğin uyanmasıyla elde edilip sağlamlaşır. Bütün üstün, majikal bilgiler herkesin ulaşabileceği bir yerde bekler, ancak bu bitmek tükenmez bilgelik kaynağının kapısını açıp onu kullanacak olan kişi ancak doğru araçlarla yaklaşan kişi olacaktır. Daha önceki derslerimizde söylediğimiz her şey istenilen aydınlanmaya sizi hazırlayan şeylerdir. Hiçbir bilgenin bu konuda apaçık yazmasını beklemeyin. Siz kendiniz bir bilgeye dönüşseniz, sırrı saklarsınız. Bu konu öyle bir konu ki, bilgisi onun korunmasını garanti ediyor. Hiç kimse hayattaki ilerlemesini durduracak, kişisel gelişimini tehlike altına atacağını bildiği bir şeyi başkalarına anlatmaz. Aklı başında hiçbir insan bir maden bulduğunda koşup herkese haber vermez. Hz. İsa değerli bir taş bulan insanın koşup tarlayı satın alacağını söyler.

 Burada, her yerden daha fazla olarak yola yeni girmiş olandan sessizlik, gizlilik ve kendini saklama beklenir. Bu tür şeyleri evin damından haykırmanın size faydası ne olabilir ki? İncileri domuzların önüne atarsanız ne olur? Uyku halindeki halk domuzlar gibidir ve yutmaktan mutludurlar, siz onu besledikten sonra arkasını dönüp sizi parçalamaya hazır olanlar işte bu halktır. “Yılanlar kadar kurnaz, kumrular kadar zararsız olun.” “Sezar’a ait olanları Sezar’a, Tanrı’ya ait olanları Tanrı’ya verin.” Bu sözler boşuna söylenmemiştir. Felsefe Taşı’yla ilgili olan bilgelik Tanrı’ya aittir. Bu bilgelik sayesinde İsa içinden altın çıkan balığı yakalamış ve Sezar’a olan vergisini ödemiştir. Yani Tanrı’nın bilgisi, imanlı olanı her zaman korur. O, “Zambakları düşünün,” diyor, “yarın ne giyeceğim ne yiyeceğim diye tasalanmayın.” Çünkü Tanrı dilerse bunları bir saniyede yaratır. Dahası böyle bir güce sahip olan kişi kolayca “Size bir tokat atarlarsa öteki yanağınızı çevirin,” diyebilir. Çünkü vuran el havada asılı kalacak, felç olacaktır. Böyle bir insan gömleğini çalana neden ceketini vermesin?

 Hakkında kayıt tutulan en eski zamanlara dair, bu mucizevî taşa sahip olan insanların mevcut olduğuna dair kanıtlar vardır. Zekeriya, İşaya ve bütün diğer peygamberler ondan bahseder.

 Ve onlardan önce Musa, o harika şarkısında Felsefe Taşı’ndan bahseder. Hatta İbrahim bile biliyordu onu. Onunla buluşmaya gelen Barış Prensi Melkizedek’ten öğrenmişti onu. Tekvin 15.8’den 17’ye İbrahim’in bir simyacı olduğunu gösteren bir kehanetin okült anlatımı vardır. Çölde yaşanan “Eritilen Buzağı” hikâyesi de Musa’nın çok iyi bir simyacı olduğu gerçeğini ifşa eder, “altın buzağı”yı eritmek ve onu İsrail halkının içebileceği bir şeye dönüştürmek, sadece çok iyi bir simyacının başarabileceği bir mucizedir.

 Kitabı Mukaddes’ten İsa’nın Taşı temsil eden bir şahsiyetten başka bir şey olmadığını çıkarabilen Jacob Boehme gibi azizler vardır. Gerçekten de ondan her yerde felsefe taşı diye bahsedilir. Taş’ın gerçek bilgisi, kişiyi, İsa’yı tarihte yaşamış belli bir şahsiyet olarak görmekten çıkarıp bütün dünyada, özellikle insandaki hayatta ve insan ve ihtiyaçlarıyla ilgili her şeyde egemen bir ilke olarak algılamaya taşıyacaktır.

 Yani, İsa veya Taş ilkesi tıpkı Hakikat gibi metafizik bir şey olsa da, kendini insanı bilincine sayısız yollarla gösterir ve insanın hayatına ve onun dünyasal var oluşuna bitmek bilmez bir sevinç taşır. O esasen ekmek ve berekettir. İlk planlarda o kimyasal olanın bitkisel olana, daha yüksek planlarda bitkisel olanın hayvansal olana dönüşümüyle ilişkilidir. O en başından sonuna kadar Ruh’un hayat bereketini istenilen ve olması gereken suretlere sokmasıdır. Süreçleri tümüyle majikaldir, fakat bu süreçlerden bazıları göz önünde olup biten aşikâr süreçler olduğu için majikal olarak değerlendirilmezler.

 Bu süreçler iki türlüdür, birinci tür süreçler dünyanın gelişiminde herhangi bir dönemde gerçekleşmiş olanlardır. Bunlar doğanın kıyasen belli bir çeşitlilik gösteren sabit süreçleri olarak görünürler. Ancak sabitlik yalnızca bir yanılsamadır. Çünkü sürekli oluş ve yok oluş vardır. Bununla birlikte bu süreçler insan bilincinin ve hâkimiyetinin dışında gibidir. Bir de insan aklının icat edip kurduğu, kendine, normalde kontrol edemediği doğa güçlerini kontrol etme gücünü veren diğer süreçler vardır.

 İnsanı ustalığa ulaştıran şey işte bu süreçlerin incelenip kontrol altına alınmasıdır. Bu bahiste, bedensiz varlıkları çağırma ile Hermesçi Hikmeti kalın bir ayrım çizgisiyle ayırmak isteriz. Thaumaturgy simyaya, astrolojinin simyaya olduğundan daha yakın değildir. Aslına bakılırsa astroloji simyaya daha yakındır, çünkü astrolojik semboller simyadan alınmıştır; bu iki bilim arasında ince bir bağlantı vardır. Yıldızların insanların hayatını yönlendirmesinin sebebi gezegenlerde değil, onların insandaki kimi simyasal süreçlerle tekabül ilişkisidir. Felsefe Taşı bir olgu veya gerçeklik olarak görülebilir. Bununla birlikte günümüzde, belli nedenlerden dolayı bu bilgi insanoğlundan saklanmıştır. Bu bilginin önce birkaç inançlı kişiye emanet edileceği gün yakındır. Böylece bu kişiler düşmüş insanlığı eski haline dönüştürebilecektir. Bu hastalık ve yoksulluğun yok olması anlamına gelecektir. Süslü bir gelin olarak yeryüzüne inen Yeni Kudüs’ün ihtişamını hissedebilenler için bu gerçekleşme, gayret ve inanç elden bırakılmazsa, mümkündür ve olacaktır.

 Taş’ın imalatından bilgeler “Bizim Şaheserimiz” diye bahsederler. Bu şaheserlerini en çılgınca mecazlarla ve akla gelmedik yollarla anlatırlar ki adeta çıkış umudu olmayan bir labirent yaratırlar. Öğrenci bu labirente olur da bir kez yolunu kaybederse bir daha çıkışı bulması neredeyse imkânsızdır. Simya tariflerinde sık sık karşımıza YEDİ rakamı çıkar. Yedi aşama, yedi renk, yedi metal ve yedi gezegen vardır. Satürn’le, yani kurşunla başlayan çalışma, Jüpiter’e, yani kalaya, oradan Mars’a, yani demire, oradan Venüs’e, yani bakıra, oradan Merkür’e, yani cıvaya ve nihayet Ay’a, yani gümüşe ve Güneş’e yani altına ilerler.

 Bununla birlikte kurşun mineralinin fiilen kalaya, sonra bakıra vb dönüştüğü düşünülmemelidir. Fakat MADDE, yani cenin halindeki Taş’ın maddesi, planlar denilen bir dizi değişim ve görünüşten geçer. Bir planet Güneş veya altın denilen bir kusursuzluğa doğru yola çıkmış bir gezen, yani gezegendir. Bu bildiğimiz altın değil, erimiş cıvanın üzerine serpilen ve bütün kütleyi isteğe göre gerçek gümüş veya altına dönüştüren yüksek bir majikal tesirdir.

 Aynı toz, belli dozlarda ilaç olarak alındığında kanı temizleyebilir, onun canlılığını, daha doğrusu canlılık niteliğini yükselterek, sistemden bilinen bütün hastalıkları atabilir. Paracelsus Taş’ın her derde deva ilaç olarak tesirinin kanı tümüyle temizleme gücünden geldiğini ileri sürer. Modern hekimler kusursuz kanın kusursuz sağlık olduğunu bilirler. Hastalık hemen her zaman kandaki bir kirlilikten veya engelden kaynaklanır. Dahası, neredeyse tartışmasız bir şekilde doğrudur ki eğer bir yetişkinin kanı bir gencinkiyle değiştirince gençlik kazanılır. “Kan hayatın olduğu yerdir,” işte kan dökülmesini yasaklayan kadim yasa buradan gelir. Kitabı Mukaddes’te bir şahsiyet olarak görünen Yeşu bir tür Taş’tır. Kadim peygamberler, yani simyacılar bu doğal mucizeyi açıklama yolu olarak Taş’ı kendinden önceki yazarlar gibi kişileştirme yöntemini seçmişlerdir.

 Yeşu İbranicede İsa’nın karşılığıdır. Aslına bakarsanız İsa, bütün ortaçağ Hermesçi’lerinin ve simyacılarının bildiği gibi aynı eski fikrin daha sonraki döneme ait başka bir kişileştirilmesidir. Yeşu’dan efsanelerde “ateşten çekilen yarı yanmış odun parçası” diye bahsedilir. Doğru bir şekilde anlaşılırsa, kelimesi kelimesine doğruyu anlatan bir sözdür bu. O, “kirli esvap giyinmiş olarak meleğin önünde durur.” Bu da çok doğrudur. Melek, Merkür (Cıva) bu emri verir: “Üzerinden kirli esvabı çıkarın.” Ve sonra Yeşu’ya şöyle söyler: “Bak senin üzerinden fesadını giderdim, sana ala esvap giydireceğim.” “Ve başına temiz sarık sardılar ve ona esvap giydirdiler… ve rap ona şöyle dedi, Şimdi, büyük kahin Yeşu, dinle. Kulum Filiz’i öne çıkaracağım.” Bu filiz “yedi gözü olan” bir taştır ve hastalıkları bir günde iyileştirme gücüne sahiptir.

 Orduların Rabbi o gün şöyle dedi, “O gün sizden her biri komşusunu asma altına ve incir ağacı altına çağıracak.” [Zekeriya, 3:2] O GÜN gelmiştir, birbirini katletmeyle meşgul olan milyonlarca insanı düşündüğümüzde çok uzakta GİBİ görünse bile. Fakat bu milyonlar imbiğin dibindeki, aşk, hakikat, yapıcı özgecilikten tümüyle yoksun olan cansız tortudur. İlk olarak onlar “dış karanlığa atılacaklar, orada ağlayış ve diş gıcırtısı olacak.” [Matta, 25:30]

 Kılıç çekenler kılıçla ölecek diyor kitap, ne kadar da doğru! Fakat orduların rabbi başka bir savaş başlatmak üzeredir ve bu savaş insanın kardeşine insanca davranacağı yeni bir dönemi başlatacaktır. Ustaların 2000 yıl önce söylediği her şey bugün gerçekleşmiştir. Cehalet ve batıl inancın sonu yakındır. Çok geçmeden dünyayı bilgelik yönetecektir.

Gnoxis- Felsefe taşı  adlı konudan alıntıdır. Daha ayrıntılı okumak için linki ziyaret edebilirsiniz.

Homunculus

Latince'de 'insancık' anlamına gelen bu simyanın uç noktalarından birisi haline gelmiş olan yaratığı inceleyelim hadi biraz. 


Tarifi;
Homunculus Parecelsus isminde Eteri bulmuş tıbbi konularda büyük başarıları olan aynı zamanda Simya ile uğraşmış bir bilim adamının ortaya attığı bir kavram.Bu bilim adamı bir tarif veriyor, bu tarif uygulanınca parmak boyunda bir bebeğin oluşacağını, onu besledikçe zamanla büyüyüp insana dönüşeceğini söylüyor.Kendisi bunu gerçekleştirdiğini söylüyor, ama ışığa bakamıyormuş güya Homunculusu, o yüzden kimseye gösteremiyormuş. Devrindeki diğer simyacılarda Paracelsus'un verdiği formulü uyguladıklarını ve işe yaradığını söylüyorlar. İşte verdiği formul:

''Bir adamın menisini (sperm) kırk gün boyunca çürümüş at gübresi ile birlikte hava geçirmez biçimde mühürlenmiş bir şişenin içinde çürümeye bırakın. Ve gözle kolayca görülebilecek bir biçimde yaşamaya, hareket etmeye ve kımıldamaya başlayıncaya kadar orada tutun. Bu zaman süresinden sonra, bir ölçüde insan gibi olacak, ama saydam ve vücutsuz olacaktır. Eğer bundan sonra, her gün dikkatle ve özenle insan kanı ile beslenir ve kırk gün daha at gübresinin ısısında tutulmaya devam edilirse, belli bir sürenin sonunda hakiki ve yaşayan bir bebek haline gelecektir. Bu bebeğin bir kadından doğmuş bir bebekte bulunan tüm organları vardır, ama daha küçüktürler. Buna ''homunculus'' adını veriyoruz, artık geriye, onun, en büyük bir dikkat ve itinayla eğitilmesi ve eğitimin, zeka belirtileri ortaya çıkana kadar sürdürülmesi kalmaktadır."

 Tamamıyla orta çağ işsizlerine yakışacak bir buluş olan bu yaratığa nerede rastlamıştık?

 Fullmetal Alchemist adlı anime serisinde Homunculuslar, insan fiziği ve aklı kazanmış, üretilmiş yapay varlıklardı.
 İlk animede homunculusların ruhları yoktur ve varlıkları, sayısız ruh kullanılarak yapılan Felsefe Taşı ile bir dereceye kadar değiştirilebilirdi. Acımasız ve kararlı bu yaratıklar, Fullmetal Alchemist serisindeki başlıca kötü karakterlerdi. Çıkarcıdırlar, olayların arkasından ipleri çekenler çoğu zaman onlardır ve daha fazla işlerine yaramayacağını bildikleri kişileri hemen yok ederler.
 İkinci seri ve mangada ise Homunculuslar Baba'dan doğmuş çekirdek olarak bir Felsefe Taşı taşıyan insan görünümlü yaratıklardır. Babalarına mutlak itaat içindedirler ve kendilerini insan evriminin bir sonraki aşaması olarak görürler. İçlerindeki Felsefe taşı tükenirse ölürler.
 Homunculusların isimlerinin her biri, Hıristiyanlık'ın ilk öğretilerinde yer alan yedi ölümcül günahtır. Manga ve İkinci animede bunun sebebi Baba'nın kendini bu duygulardan arındırarak mükemmel varlık olmaya çalışmasıdır.

 adnd 2nd ed.'de büyücüler tarafından gözcülük, takip, ajanlık, sinsilik için yaratılan, ufak, sürüngenimsi, kanatlı yaratıklar. büyücüyle telepatik bağları vardır. büyücünün bildiği herşeyi homonculus da bilir ve homonculus'un gördüğü ve duyduğu herşeyi büyücü de görür ve duyar.


 Felsefe taşı konusuna değinmeden bir el atayım dedim.


13 Mayıs 2013 Pazartesi

Aleister Crowley

(Bulduğum en insana benzeyen fotoğrafı buydu sanırım. Sonra sonra buna musallat olmuşlar; tipi kaymış. Neyse yazıya geçelim.)
 Golden Dawn (altın şafak) adlı masonik satanist cemiyetin kurucusudur.
Wiki'ye baktığımızda ;
Aleister Crowley: Ünlü İngiliz okültist, Skoç Riti'nde 33. derece Büyük Üstad, özgür mason, yazar, mistik, satranç ustası, dağcı, şair, ressam, astrolog.
İfadesine rastlıyoruz. Bunca ilgi alanı beni bu adamın ağır şizofreni olduğu düşüncesine itmekte ama objektif olacağım madem; yorum yapmayayım daha fazla.

Hayatıyla başlayalım.

 Aleister Crowley ya da doğum adıyla Edward Alexander Crowley (12 Ekim 1875 - 1 Aralık 1947) İngiltere, Warwickshire'de doğdu.
 Babası Edward Crowley bira fabrikası işletmiş ve Aleister doğduğunda emekliye ayrılmıştı. Kökleri Devon ve Somerset ailelerine dayanan annesi Emily Bertha Bishop ve babası Protestanlığın en uç kanadı olan ve Exclusive Brethren olarak bilinen Darbyte'nin üyesiydiler.
 Babası Edward Crowley günlük işlerini bitirdikten sonra vaazlar verirdi ve çocuğu için de gündelik Kitâb-ı Mukaddes çalışmaları için özel öğretmen tutmuştu. Babasının ölümünden sonra annesinin oğlu üzerindeki denetimi Crowley'in Hristiyanlığa olan şüphesini arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Asi oğlunu canavar "The Beast" diye çağırmaya başlamıştı ve Crowley hayatının ileriki yıllarında annesinin kendisine İncil'in Vahiy bölümünden alarak taktığı bu lakabı daha son kendisi için severek kullanacak ve "günah" olarak değerlendirilen eylemleri hayatın en önemli ve keyifli aktiviteleri olarak görecekti.
 1895'de Trinity Koleje gitti. Kolejde felsefe, psikoloji ve ekonomi okudu. Okul yıllarında çeşitli cinsel aktivitelere kendini vermişti.
 1896'da üstü kapalı olarak geçtiği bir olay sonrasında kendini okültizm ve mistisizme verdi. Bir sonraki yıl simyacı, mistiklerin eserleri ve büyü üzerine okumaya başladı.
Bir sonraki yıl ilk şiir kitabını (Aceldama) yayınladı ve kendisini Samuel Liddell MacGregor Mathers ve Altın Şafak (Golden Dawn) tarikatıyla tanıştıracak olan Julian L.Baker ile tanıştı.

 Özeti buydu. Buna zaten wiki'den de ulaşabilirdiniz. Şimdi asıl meselelere dönelim. Kedi ve insan kanı içen, şeytanla anlaşma yapmayı denemek, Led Zeppelin ve Beatles'ın albüm kapaklarını etkilemiş, Ozzy Osbourne' un da kendisi için bir şarkı söylediği, Jimmy Page tarafından 1 yıl kadar yaşadığı şatosu satın alınan, yaşadığı dönemde aşağılanıp girdiği her mekandan kovulmasına rağmen rock tarihine yön veren, oğlunun adı Attaturk olan bu adam aslında kim ve neymiş görelim.

 Önce ufak bir komplo teorisi ile mi başlasak?

 Jimmy Page'in onun hırslı bir takipçisi olması ve Stairway to Heaven şarkısının tersten çalındığı halinde ise anlamlı bazı garip pasajların olması ise bu adam hakkında konuşulan şeylerin belki de bir kısmının doğru olması gibi bir korkutucu bir şüphe uyandırır. Bu adamla ilgisi de; etrafındakilere tersten konuşma, yazma ve okumayı öğretme çabasıymış.

 Zamanında okuduğum makalelerden birisinde 'backmasking' denen olayın gerçekliğini sorgulamıştım. Net bir kanıya varamasam da internette dolaşan birçok komplo teorisi mevcut. Özellikle bu videodan bakabilirsiniz. Ama Led Zeppelin sonrasında Nirvana, System of a Down, Lady Gaga, Rihanna ve Beyonce gibi grup ve şarkıcıların şarkılarında da rastladığım bu mevzuya pek bir açıklık getiremedim. Aslında günümüzde çoğu yüksek düzeydeki popüler sanatçıların (Özellikle Lady Gaga, Rihanna, Beyonce, Madonna, Jay-Z, Justin Timberlake, Britney Spears, Michael Jackson gibi) şarkılarına el atan 'İllüminati' denen örgütün parmağı da olayda mevcut. Fakat benim ilgi alanım komplo teorileri olmadığı için fazla ayrıntıya giremeyeceğim. Ama Eminem'e 'Not Afraid' şarkısı ve klibinden sonra bir kere daha bu cesur herife hayran olduğumu belirtmek istiyorum. Bir de sanırım solosunda farklı dünyalara gidebildiğim 'Stairway to Heaven' ı kirletmek istemediğim için inanmamış da olabilirim.

 Bunların hepsi ile bağlantılı olduğunu düşündüğüm adamı biraz daha inceleyelim hadi. Bu arada Mr Crowley şarkısı için;




 Aleister, ailesi nedeniyle, on iki yaşına kadar, köktendinci olarak adlandırabileceğimiz darbyite mezhebine bağlıydı. Bu mezhebin inanışına göre kendileri dışındaki herkes cehennemlikti (bu inanış, bir yerlerden tanıdık geliyor ama... nereden). Bu inancın gereği Aleister, İncil, Tevrat ve diğer eski ahit kitaplarını ve öğretilerini çok iyi biliyordu. Ancak, içine kapalı bu genç adam, 1887 yılında, dini vaazlar veren babasının ölümü üzerine, Cambridge'deki yatılı debyite mezhebi okuluna gönderilir. Bu okul, üzerinde o kadar derin (negatif) etkiler bırakır ki Aleister, peygamberliğini ilan edecek kadar kafayı sıyırır... Artık, bir çöküş süreci içine girmiştir...

 Okulun fanatik evangelizmi genç adamı bu mezhepten soğutur. Okulda yaşadığı bazı olumsuz olaylardan sonra Aleister, 1892 yılında Malvern erkek lisesine gönderilir. Ancak, bahtsız bedevinin kutup ayıları ile orgy yapması misali, bu okulun ilk ve en önemli kuralı olan "eşcinselliği" red etmesi yüzünden Aleister, burada da barınamaz.

 Aleister, aynı loca'dan kankası Julian L Baker aracılığıyla, simya üstadı olan George Cecil Jones ile tanıştı. Üstat Jones, ezoterik konularda daha iyi bir eğitim alması ve cemaate kabulü için Aleister'ı Altın Şafak Hermetik cemiyeti'ne (Golden Dawn) önerdi ve 1898 yılında üyeliğe kabul edildi.

 Bu katılım, Crowley'in hayatının dönüm noktalarından biri olmuştur, diyebiliriz. 1888 ylında, Westcott, Mathers ve Woodman tarafından kurulan bu ezoterik cemiyet, masonluğa benzer bir hiyerarşik yapılanma ile örgütlenmiş olup, ritüel maji, astral seyahat, astroloji, tarot, hermetizm ve remil gibi okült bilimler üzerinde yoğunlaşmıştı. Tabii ki, mafya'ya giren ölmeden çıkamaz kuralı, bu cemiyet için de geçerliydi...

 "Altın Şafak" öğretileri sayesinde sofistike ve inanılmaz bilgiler ile kuşanan aleister, sadece üstatların üye olabildiği güç haçlı cemiyeti'ne önerilmek için durmadan çalışıyor, kendini de geliştiriyordu. Ancak, şef Mathers'in de referansını almasına rağmen, cemiyet, Aleister'ı üyeliğe kabul etmez (neden kabul edilmediği halen tartışılır). bu olaylarla birlikte, Aleister'ın Altın Şafak ile ilişkilerinin iyi olmadığı, hatta cemiyet üyelerinin onu "psikopat" olarak tanımladığı, kopmaların yaşandığı kötü bir dönem başlar...

 Kendisi, aynı zamanda ünlü Kanun Kitabı'nın (The Book of The Law) da yazarıdır. 1904 yılında, Rose Kelley ile evlenen Crowley, balayına gittiği Kahire'de, bedensiz bir varlıktan bazı tebliğler almaya başladığını, Kanun Kitabı'nı da bu varlığın öğretilerine göre yazdığını iddia eder. Lirik ve etkileyici bir dilde yazılmış bu kitap, çarpıcı özellikteki bazı dizelerle birlikte, şok edici ve dehşete uğratan sözlerle de doludur. Kanun Kitabı, dünyanın yeni bir çağa girdiğini ve Crowley'in bu çağın peygamberi olduğunu öne sürmektedir. Ancak, bu kitap ve sonrasındaki gelişmeler nedeniyle Crowley Altın Şafak cemiyeti'nden kovulur. Ancak, Crowley, cemiyete madik atarak, cemiyetin arşivini çalar.

 Kanun kitabına dönecek olursak;

 Kanun kitabı, Osiris çağının bittiğini ve "taçlı ve fatih çocuk" Horus çağının başladığını beyan ediyordu. Age of Mythology oynayanlar bunların mısır tanrıları olduğunu çakmışlardır zaten çoktan. Mısır Panteonunda Osiris baba, İsis anne ve Horus çocuktur. Osiris çağından önceki anaerkil İsis çağı, sonra babaerkil Osiris çağı ve son olarak da oğula ait "özgür" bir çağ vaat edilmekteydi. ancak, buradaki çelişki şudur: zira, Crowley'in de karşı olduğu Hristiyanlık, "oğul çağı" olduğunu iddia ediyordu.

 Ay Çocuğu ve Bir Uyuşturucu Müptelasının Günlüğü adlı yapıtları bilinen Crowley, 1947 yılında öldü. Kendisini bir simya üstatından çok, kara büyücü veya İsa karşıtı olarak anan insanların sayısı fazladır ve okült dünyasında adı pek hoş karşılanmaz. Hatta, Crowley'in bir tür şaklaban veya psikopat olduğunu düşünenlerin sayısı pek de azımsanacak gibi değildir.


"bay crowley, konuştun mu ölülerle
sürdüğün hayat trajik gelir bana
herkesi kandırdın o büyülerle
ve bekledin şeytanın kapısında"

demiştir Ozzy.


 Anton Szandor Lavey de kendisinin öğrencisi ve mistik öğretisinin takipçilerinden biridir. Bu bağlamda, diyebiliriz ki, Crowley, modern satanizmin esin kaynağıdır. Şeytan`ın oğlu golem`i dünyaya getirmek istemiştir.

 Supernatural adlı dizide golem'in ruhu olmayan, kil ve topraktan oluşan bir yaratık olduğunu görmüştük. İbranice'de 'aptal' anlamına gelir ki; golemlerin zeka seviyeleri oldukça düşüktür. Hahamları korumak için canlandırıldıkları söylenmektedir. Yine efsaneler ve komplo teorileri var fakat ayrıntılarını sonradan irdelemeyi düşünüyorum.

 Aha size golem. Tiplerin hiçbirisinde meymenet yok zaten.



 Neyse; Warwickshire gibi bir yerde doğan ilk arıza adam değilmiş demek. Shekespeare'nin de orada doğduğu biliniyor. Kimisi Aleister'i usta kimisi de Hollywood malzemesi olarak görmektedir. Benim ilgimi çeken bir yanı yok fakat bu konularla ilgili tarih boyunca en çok öne çıkmış olanı anlatayım dedim. Hadi kalın sağlıcakla.


Başlarken


 Artık gördüğüm rüyaların ve yaşadığım hayat tarzının beni bu safhaya sürüklediğinin farkındayım. Fakat sizlere öncelikle burada yazılmış olanların sağdan soldan derme çatma birkaç komplo teorisi olmayacağını söylemek istiyorum. İlginizi çekebilir ya da çekmeyebilir; orası size kalmış. Fakat bunlar benim boş zamanlarımda ilgimi çeken şeyler ve bunları başka insanlarla paylaşma fırsatımın elime geçtiğini düşünüyorum. Blogun ismini League of  Legends adlı oyundaki 'Yetenek Gücü' itemi olan 'Morellonomikon' dan aldığını belirteyim. Aslında 'Necronomicon' olarak düşünmüştüm ama Lovecraft'a saygımdan ve öte dünyalara olan inancımdan dolayı gözüm yemedi diyebilirim.

 Aleister Crowley incelemesi ile başlayacağım yazılarıma. Supernatural izleyenler bilir; bu adam 2 karaktere ismini vermiş olan bir okültisttir. Sonrasında ise Necronomicon ile devam edebilirim. Hayır; yanlış anlamanıza mahal vermeden söyleyeyim. Kesinlikle spiritüalist yada okültist falan değilim. Büyüyle cinle periyle işim olmaz. Sadece senelerdir ilgimi çektiği ve yaşadığımız dümdüz boyuttan bunaldığım için modern bilimle bu batıl inançları sorgulama isteği duydum. Beraberce tanık olacağımız araştırmalar ve deneyler sonucunda kararı beraber verebiliriz bence. Bu konular ve benle ilgili birkaç şey paylaşabilirim sizinle.

 -Hayatımda hiç büyüye,sihre vs inanmadım. Gerçek olduğu biliniyor ama rastlamadığımdan ve illüzyon denen şeyin varlığından haberdar olduğumdan dolayı sihre inancım yok.
-İnsanın geçmişteki tüm tecrübeleri dahilinde geleceğinin şekli az da olsa geçmişteki davranışlarının olasılıksal yansımalarına bağlıdır. Yani bir olayın oluşundaki en büyük etken; o olay üzerindeki tüm olasılıkların toplanmasıdır. Bununla ilgili detaylı bir yazı yazacağım ileride.
-Falların da bu olasılık teorime dahil olduğunu düşünüyorum. Bazen faldan etkilenip yaptığımız davranışlar vardır.
-Dünya dışı yaratıklarla ilgili yüzlerce hikaye dinledim. Gerek Anadolu'nun ücra bir köyündeki amcalardan, gerekse internetten rastladığım Fin, İrlanda, Yunan, Roma, Orta Doğu, Asya, İskoç, Kelt, Amerika ve Çağdaş Mitoloji konularından.
-Büyük bir Fantastik Edebiyat koleksiyonuna sahibim ve aynı zamanda en ateşli fanlarından birisiyim. Yüzüklerin Efendisi serisini neredeyse ezbere biliyorum.
-Çok büyük bir film ve dizi arşivine sahibim. Mükemmel bir hafızam olduğunu söylerler.
-Anadolu'nun ücra bir köşesinde halka ve askeriyeye yalakalık olsun diye açılmış bir üniversitede okuyorum. Amacı şehri kalkındırmak olan bir eğitim kurumundan şikayetçi olmamız da yasak aslında.
-Bekar ve ikizler burcuyum.
-Oyun bağımlısıyım.
-Bu blogu açma sebebim tamamen ilgi alanlarımdan birisini paylaşıma açmak ve benim gibi düşünen insanlarla birşeyler paylaşmak.
-Favori grubum Led Zeppelin. Ama Red Hot Chili Peppers dinlediğim de görülmüştür.
-Oldukça dolu olduğum konulardan birisi de buydu fakat paylaşacak pek arkadaşım olmadığı için sanaldan gitmeyi tercih ettim. Evet, oyun bağımlısı, asosyal ve genel olarak sosyal yönden gerçekten de başarısız bir gencim.
-Hayatımdaki nadir başarılarım; 5 yaşındayken hoşlandığım kıza çikolatası emilmiş bonibon vermek ve 12 yaşında inşaatta duvara işeyerek 'seni seviyorum' yazmaktı. En büyük başarım ise 23 yaşında hala hayatta olmak sanırım.


 Fazla ayrıntı vermeye gerek yok. Hadi tanınmamak için kapşonlarımızı çekelim ve ilgi çekici hiçbirşeyi olmayan dünyadan birazcık uzaklaşıp macera denen o kaprisli, baştan çıkarıcı hanımın peşine düşelim. En azından ilgi çekici şeylere rastlayacağınızın garantisini veriyorum.

 Diğer bloglarımda her yazıya bir şarkı paylaşıyorum. Bunda da yapar mıyım bilmem ama bu olsun hadi bu sefer. Bu blogu açmamda büyük etkisi var. Bugün Guitar Hero World Tour oynarken defalarca çaldığım ve etkilendiğim içindir belki.





 Keyifli anlar geçirmeniz dileği ile.